18 Şubat 2008 Pazartesi

"Aşk çok güzel bir masal"

Aysel Gürel'in vefatının ardından Metropolitan Florence Nightingale Hastanesi'ne gelen kızı Mehtap Ar, çok üzüntülü olduğunu dile getirerek, annesinin ölümünün ani olduğunu söyledi. Ar, “Siz basın mensuplarına, bu karlı havada bizleri yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederiz” dedi.

Müjde Ar'ın eşi eski bakanlardan Ercan Karakaş da “Biz ailesi olarak çok üzüntülüyüz. Eşim Müjde çok üzüldü ve tansiyonu yükseldi. Sanıyorum sizlerin karşısında olamayacak bugün” diye konuştu.

İşte Aysel Gürel'in yaşam öyküsü >>

Karakaş, “Aysel Gürel bir süredir tedavi gördüğü hastalık nedeniyle vefat etti. Kültür Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay da arayarak başsağlığı dileklerinde bulundu” dedi.

Ercan Karakaş, Gürel'in cenazesinin, Teşvikiye Camii'nde 19 Şubat Salı günü öğleyin kılınacak namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verileceğini bildirdi.

Besteci Garo Mafyan da “Çok üzüldük. Başımız sağolsun. Konuşacak pek bir şey yok. Ne denebilir ki?” dedi.

Gazeteci-yazar Ruhat Mengi de Aysel Gürel'in ölümünden dolayı üzüntülerini ifade etti. Mengi, “Hayata çok bağlı bir insandı. Bu nedenle ölümü yakıştıramadığımız insanlardandı. Bir süredir biliyordum onu kaybedeceğimizi. Bu nedenle de yanından hiç ayrılmadım” diye konuştu.

***********

DENİZLİ’de 7 Şubat 1928’de dünyayaya gelen Aysel Gürel, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun oldu. Şarkı sözü yazarlığının yanı sıra, Türkolog, edebiyat öğretmeni, tiyatro oyuncusu ve şairdi. Şarkıları arasında dillerde marş olan Firuze, Ünzile, Yalnızca Sitem, 1945, Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam, Değer mi?, Sır, Yolun Başı, Sarıl Bana, Zor Kadın, Aşk, Yanarım, Vur Yüreğim, Abone, Zorba Aşk, Dönmeyeceğim, Ayrıldık İşte, Son Dua, Gençlik Başımda Duman (Ateş Böceğim), Bilmem Hatırladın Mı?, Deli Balım, Yörük Yaylası, Arabesk bulunuyor. Şiir Şimdi ve Senin İçin Sana Değil isimli iki de kitabı bulunan Gürel, şu filimlerde rol aldı: Meyhane Köşeleri, Tek Kollu Canavar, Yurda Dönüş, Mıstık, Gümüş Gerdanlık, Silemezler Gönlümden, Hop Dedik Kazım, Öyle Olsun, Tantana Kardeşler, Kaybolan Saadet, Arzu, Yansın Bu Dünya, Fosforlu Cevriye. Bendeniz Aysel dizisinde de rol alan Gürel son olarak Aysun Kayacı ile birlikte bir reklam filminde rol almıştı.

Yazdığı sözlerle popüler müziğimize onlarca güzel şarkı kazandıran ünlü söz yazarı Aysel Gürel, renkli kişiliği ve çılgınlığıyla da tanınıyordu. Sinema sanatçıları Müjde Ar ve Mehtap Ar'ın da annesi olan Aysel Gürel, yaşamına dair detayları Birzamanlar sitesinden Deniz Durukan'la olan röportajında açıklamıştı. İşte o röportaj ve renkli yaşamından kareler >>

***********

Söyleşi: Deniz Durukan (Birzamanlar.net)

Aysel Gürel Türkiye’nin en önemli söz yazarlarından biri. Özellikle Sezen Aksu’nun seslendirdiği Ünzile, Firuze, Sitem gibi şarkı sözleri hala belleklerimizde. O yazdığı şarkılarla bu işte ne kadar usta olduğunu kanıtlamış, bir dönem oyunculuğu ile de dikkat çekmiş biri. Gürel, sadece sanatçı kişiliği ile değil; yaşamı, uçuk kaçık halleri, dobra sözleriyle de hep ilgi odağı oldu. Elbette merak uyandırıyor Aysel Gürel’in ardındaki diğer Aysel Gürel. Şişli’deki evinde kendisini ziyaret ettiğimde inanılmaz bir enerji ile karşıladı beni. O televizyondaki görüntülerinden daha güzel ve daha gençti. Üstelik o sıcacık halleri ile etrafa hoş bir koku bırakıyordu. O koku Aysel Gürel’in ta kendisiydi.

- Dışardan bakıldığında özgür, çılgın, hafif delişmen bir kadın portresi çiziyorsunuz. Oysaki şarkılarınızda daha içsel, daha olgun, çok da duygusal bir kadın portresi var. Nedir iki Aysel’in arasındaki o ince ayrım.

İki ayrı Aysel Gürel var. Biri perukasını takar, makyajını yapıp delimtrak hareketlerle ilgi çeker ve lafı patlatır. Sabah kalktığında kapıyı çekip Amerika’ya gidebilecek bir Aysel. Bağsız, özgür bir kadın. Diğeri de öğretmen kimliğinde, kültürlü; bunu çekinmeden söylüyorum çünkü kültür Türkiye’de tamamen dibe vurdu. Alfabeyi okuyana, internetin başına oturup yazan çizene ne kültürlü diyorlar. Kültür sonsuza kadar okumaktan geçer. Maalesef bizim sektör bu konuda çok zayıf insanlarla dolu. Müzik, Türkiye’de geri kalmışlığın sembolü oldu. Televizyon kanalları da buna çanak tutuyor. Hani “halk istiyor” gibi klişeler var ya, güya onlara uyuluyor. Oysa yok böyle bir şey. Türkiye’de şarkının, müziğin yerini bacak ve kalça aldı. Bunlar kötü demiyorum, bunlar çok güzel, cici, eğlendirici kızlar. Şarkı söylediklerini zannediyorlar, bu da bir gayrettir, söyleye söyleye otuz sene sonra belki öğrenirler. Halkın hoşuna gidiyor deniliyor, onlara kaset yapılıyor. Diğer taraftan, çok değerli müzisyenler revaçta değil.

- Gözlemlediğim kadarıyla doksanlı yıllarda pop müzikte bir patlama oldu, fakat her önüne gelen kısa bir süreliğine meşhur oldu. Pop müziğin içi boşaltıldı, şimdi rock müziğe de aynı şey yapılmaya çalışılıyor. Özellikle pop müzikteki lirikler çok iğrenç.

Evet, iğrenç değil ama tiksindirici diyebiliriz. Bu eğlencelik oğlanların ya da kızların hatası değil. Korsan kasetle mücadele eden yapımcılar maliyeti düşürmek için sokaktan yakaladıkları herkesi, yüzüne bakılır bir genç kızı ya da delikanlıyı alıyorlar, okuma yazma biliyorsa, biraz da beste yapabiliyorsa, tamam, hadi gel diyorlar. İyi bir şey beklemeye hakkımız yok. İsim vermeyeceğim, birkaç kadın şarkıcı var, insanlar onların karşısında ayılıp bayılıyor, yerlere atıyorlar kendilerini. Tahsili, kültürü, öngörüsü olmayan, hatta yazdığı şeyin farkında olmayan -büyük bir olasılıkla yazdıkları alıntıdır, hırsızlığa da alıntı deniyor artık- kişiler bunlar. Hayret etmiyorum bunlara, çünkü hitap ettikleri kitle ile uyuşuyorlar. Tv kanalları bunları sunarak böyle bir kültürün yaygınlaşmasını sağladı. Gerçek değerler ise göz ardı ediliyor. Çünkü bu değerleri sundukları zaman yapımcıların da maliyeti artacak. Benden şarkı sözü alan büyük isimler bile maliyet artar diye ürküyorlar. İşte böyle, dibe doğru gidiyoruz. Yani limonu yemeğin üzerine sıktığında o limonun dibe çökmesi gibi bir şey bu. Müziğe de limon sıkılmıştır.

- Aşk peki?

Aşk olsaydı genelevler olamazdı. Aşk çok güzel bir masal. Çocukluğumuzda Sindirella, Uyuyan Prenses gibi masallar anlatılırdı. O masallarda yaşanan aşk yansıtılırdı. Ama hayatta öyle değil aşk.

- Bir yanılsama mı?

Tabii ki. İnsan patatese de aşık olabilir, bir tabloya da. Örneğin ben çelloya aşığım . Erkekle kadın arasındaki aşkın varlığına inanmak mümkün değil. Hayvanlar alemine bakın; dişi maymunlar günde altmış maymunla çiftleşiyor. Şimdi erkekler de öyle, boğa gibi. Bir kadının üzerine çıkıp jimnastik hareketleri yapıyorlar. Hatta bir spor salonuna gidip bisiklet çevirmekle aynıdır onların aşk anlayışı. Ama özel kişiler de var, şairler, ressamlar, yazarlar bu hayvani duyguyu idealize eder, kendilerine göre yapıtlar verirler. Bu da bir uyutma sistemi aslında. Her insan aynı derecede hassastır, şairdir, ama eğitim görüp dili iyi kullanması gerekir. Şimdi Kayahan bir şarkısında “bizimkisi bir aşk hikayesi” diyor. “Bizimki” tamam da, “si” ne oluyor? Artık gülüyorum, ikaz etmekten yoruldum. Müziğe söz yazan, ama bunu şiire yakın durarak yapan kişiler ortaya kalıcı yapıtlar koyar. Elli sene sonra dili iyi bilen birileri gelip baktığında “yuh” der, “neler yazmış böyle?” Bu önemlidir.

- Ahmet Hamdi Tanpınar desem...

O benim hocamdır. Onlar yüz senede bir gelen insanlar. “Su, mermer ve yeşil ve ölümsüz ilkbahar” hocamın şiiriydi, ya da ben etkilenip yazmışım, hatırlamıyorum. Benzerlikler şair için yararlıdır. İlk şiir modellerini okuduğu zaman ona benzer şeyler yazar. Ama kendi üslubunu bulmamış bir şaire, şair diyemeyiz. Ben de çok bocaladım, kimi zaman Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Haşim, Pablo Neruda oldum. Ta ki kendi şiirimi bulana kadar. Çünkü şiir duvarı çok geç ve güç örülüyor. Bir şarkıyı dinlediklerinde bu Aysel Gürel’in sözleri diyebiliyorlar, bu benim için çok önemli. Şarkılarımdan çok bu üslubu oturtmak bana gurur verir. Ama ticari şarkılar yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Sanatçı öyle bir şey istiyorsa yapıyorsun. Bu da işin işportası.

- Size gelen kişilere verdiğiniz şarkıları neye göre belirliyorsunuz?

Bana Ünzile, Füruze gibi bir şarkı yaz diyorlar. Karşımdaki kişi onu okuyabilecek yapıda, ya da seste değilse, okuyamazsın diyorum. Gücenmiyorlar!

- Bu şarkılar size para kazandırıyor mu?

Kimse heves etmesin, şarkı yazarak geçinmek imkansız. Bende altı valiz dolusu şarkı var. Eğer beni geçindirebilecek olsa, şimdi trilyoner olurdum. Mesam’dan üç beş kuruş gelir, o kadar.

- Aşka dönelim, takıntılı bir durum yok mu aşkta? Belki bir çeşit obsesyon...

Grip gibi, ya da aids gibi de düşünebilirsin. Virütik bir şey. Aslında olay şu; seks dürtüsünü, böyle birbirinin üzerinde tepişmeyi edepli hale getirmektir aşk. İnsan önce kendini sever, bir de çocuğunu. Üçüncü şahısı düşünemezsin.


- Şarkılarınızda vurgun sözcüğünü çok sık kullanıyorsunuz. Nedir bu vurgunun hikayesi?


Ben yüzücüyüm. Karadeniz’de büyüdüm. Bir anlamda denizkızıyım. Karadeniz, bir adım attıktan sonra üç insan boyu olur. Sekiz kere boğuldum, suni teneffüsle hayata döndürdüler. Ağzımdan kanlı köpükler, kumlar gelerek... Boğulma anındaki o renkleri ve resmi unutamıyorum. Önce çok güzel filizi bir yeşil beliriyor, sonra o yeşil neftileşiyor, derken siyaha dönüşüyor. Karadeniz’de lamboz dediğimiz anaforlar var. Ayağının başparmağını oraya kaptırdığın zaman helezon halinde dibe kadar gidersin. Çoğu arkadaşım daha on dört, on beş yaşlarındayken o şekilde boğuldu. Muhafazakar bir yerdi, denize mayoyla girilmiyordu. Ben hariç tabii. Gece ay ışığında elbiseyle denize girerlerdi. O elbiseler su içinde şişip kabarırdı. O kızlar deniz perileri gibi el ele tutuşup giderlerdi. İçlerinden birisinin ayağı lamboza takıldı mı, zincirleme hepsi peşinden giderdi. O nedenle sabahları vurgun yemiş gibi uyanırdım. “Gitti Kebire gittii, Semiha gittii” çığlıklarıyla, tahta teneşirlerin üzerinde upuzun saçları arkadan sarkmış yıkanırken seyrettim bir çok arkadaşımı. Geceleri hep hesaplarım; şimdi Kebire kaç yaşında olacaktı diye... Hepsi bakire olarak, öylece gittiler.

- Elbiselerle denize girmedim dediniz, aileniz daha mı moderndi?

Modern demeyelim ama daha akıllıydılar. Çünkü denize, eğer balık adam gibi teçhizatın yoksa, üstünde fazla bir şeyle girilmez. Dünyanın birçok yerinde insanlar suya çıplak giriyor. Biz sudan geliyoruz. Ana rahminin içindeki amnion sıvısında yüzerek hayata başlıyoruz. Karaya çıkınca tekrar örtünmenin alemi ne!

- Babanızın işi neydi?

Babam savcıydı. Cumhuriyetin örnek ailelerinden biriydik. Annem ve babam Cumhuriyet balolarına katılırdı. Babam yetmiş sekiz yaşındayken bile, ben sigaramı çıkardığımda gelip yakardı. Bu benim çocuğumdur demez, bir kadının sigarasının yakılması gerektiğini bilirdi. Hiçbir zaman namaz kılın, oruç tutun diye baskı yapmadı bize. Dört katlı bir Rum konağında oturuyorduk. Babam eğilip kalktığında karnının ağrıdığını düşünürdüm. Namaz kıldığını annemden öğrendim. Sonra iftarda, sahurda aileye işkence yapmaz, yemek nerede diye hesap sormazdı. Akşam üstü biraz pestili suyun içinde ezer, pideyle yerdi. Neden yemek yemiyorsun diye sorduğumda “barsaklarım bozuk” derdi. Bunun neden otuz gün sürdüğünü anlamazdım. Saygı ve namus gibi hasletler beyindedir. Birinin elini öpüp başına koymak saygı değildir. Hatta hijyenik değildir. Apış arasını karıştırmıştır, altı yaşında bir çocuğa mikroplu elini öptürür, bir de başına koydurtur. Zaten bu başa koyma hikayesi ilk çağlardan kalma. Daha kavim halinde, mağaralarda yaşarken, ateş bile yokken ailenin en yağızı çıkıp avlanır. Kış aylarında, avlanamadıkları zaman birbirlerini yerler. Önce kimi yerler; elbette yaşlıları. Bir insan bir insanı yiyeceği zaman ilk olarak elini kavrayıp kendine yaklaştırır, sonra kafadan, kulaktan, burundan yemeye başlar. Modern toplumlarda, karşılaşan iki kişi önce elini uzatır ya, aslında o beslenme güdüsüdür. Tam elinden tutup kendine çekerken “bizim dedeler de neler yiyordu, biz yemeyelim” diye düşünür, o eli öper, başına koyar. Bu hareketin anlamı şudur; geçmişte birbirlerini yiyenlerin namına senden özür dilerim. Bu saygı değil, pişmanlıktır.


- Oyunculuk yönünüz de var. İlk oyununuz hangisiydi?


İlk kez Romeo ve Jüliet’te Jüliet’i oynadım. On beş yaşındayım. Trabzon Halk Evi’nde muazzam etkinlikler olurdu. Orta sondaydım, devlet tiyatrosu oyuncusu Talat Gözbak askerliğini yapmak üzere oraya gelmişti. Ağzında piposu, şal yakalı yeşil kıyafeti, başında fötr şapkasıyla çok şık bir adamdı. Halk evinin kapısına “oyun oynanacak kız aranıyor” diye ilan astılar. Hemen koştum. Talat Bey bana baktı, çok sıskasın dedi. Ama başka müracaat eden olmadığı için ben oynamak zorunda kaldım. Trabzon’daki bir kiliseden sinema yapılmıştı, orada sahne aldık. Civardaki bütün valiler, Erzurum, Giresun valisi, hepsi geldiler. Ertesi gün yerel gazetelerde “memleketimizin medarı iftiharı bir genç kız neşet etti” diye yazıldı. Babam da “kimmiş bu çocuk, aferin” dedi.

- Haberi yok muydu?

Yoktu, çünkü babam çok çalışırdı. Uhud seferinde Hazreti Muhammed’in devesinin sağ arka ayağının bir çivisi eksiktir, onları bile bilirdi. Babam hem meşhur bir din adamı, hem de Hukuk Fakültesinin ilk mezunlarından biriydi.

- Sonra?

Lise yıllarında klasikleri oynadık. İsmet İnönü de gelip seyretmişti beni.

- Niye bıraktınız?

Şiire bulaştım. Şiir beyinsel faaliyet isteyen bir iş. Gerçi oyunculukta da var o beyinsel faaliyet, ama aynı zamanda bedensel faaliyet içersinde oluyorsun. Şiirde ise, istersen şezlonga uzanıp yazabiliyorsun.

- Yalnızlık desem size?

Dört yatak odası, çok büyük bir salonu ve çok büyük bir mutfağı olan üç yüz metre kare bir evde yalnız yaşıyorum. Bu bir tercih. Sevgilim de var, ama o herhangi bir ziyaretçi gibi, takım elbiselerini giymeden kravatını takmadan gelemez, on beş dakikadan fazla da oturamaz. Yatağıma giremez, burada bir bardak kahve içtiği zaman o bardağı yıkamadan gidemez. Bir simit bile yedirmem. Şimdi bu yalnızlık benim tercihim. Ve bu yalnızlığın çok büyük bir lüks olduğunu biliyorum. O masallardaki Rapunzel şatoda tek başına oturuyor, oğlan da saçına tutunup yukarı çıkıyor. Benimkiler de asansöre çıkıp bana ulaşıyor. Yalnızlık donanımsız insan için çok korkunç bir şey. El becerileri olan için biraz daha ehven. Ben hiç yalnızlık hissetmiyorum. Aslında tek başıma çok kalabalığım.

Hürriyet, internet sitesinde Aysel Gürel'e ait renkli karelere yer verdi:
http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?P=1&cid=9839&rid=4369